Bireysel Terapiler
Bireysel terapiler, kişiye özel olarak yapılandırılan terapötik süreci ifade eder. Bu terapi yönteminde, odak noktası bireyin kendisidir. Bireysel terapi, bireyin kişisel gelişimini destekler ve psikolojik iyilik hali için birçok fayda sunar. Bu terapi yöntemi, bireyin kendisini daha iyi anlamasına ve içsel dünyasını keşfetmesine olanak tanır. Bireyin duygusal ve zihinsel sağlığını güçlendirerek, yaşam kalitesini artırır ve olumlu değişimlere yol açar. Ayrıca, bireyin stresle başa çıkma becerilerini geliştirir ve sağlıklı ilişkiler kurmasına yardımcı olur.
Bireysel terapilerde, terapistin belirleyeceği terapi yöntemi çeşitlilik gösterebilir. Bu durum kişinin şikayetlerinin içeriğine ve tanı kriterlerine bağlı olarak değişir. Terapist, danışanının ihtiyacına göre terapi ekollerinden birini ya da bir kaçını terapi sürecine dahil edebilir. Bu tekniklerden bazıları şunlardır.
Bilişsel Davranışçı Terapi tekniği adından anlaşılacağı üzere “bilişsel” ve “davranışçı” olmak üzere iki temel üzerine oturmaktadır. Davranışçı terapiler, insan davranışını “davranışçı ve öğrenme ilkeleri” ile açıklamayı temel alır. Kişinin sıkıntılarının çözümü için davranışlarının değişmesini hedefler.
Bilişsel kuram ise insan davranışlarının belirleyicisi olan zihinsel yapı ve bilişsel süreçlerin çarpık temellere oturması kabulünü temel alır. Kişi yaşamındaki olayları bu çarpık bilişsel süreçlerden geçirirken otomatik düşünceler geliştirir ve bu otomatik düşünceler çoğunlukla işlevsiz duyguların ve bu duygulara bağlı işlevsiz davranışların ortaya çıkmasına neden olur. Kişinin hem kendisi hem de dünya hakkında sahip olduğu inançları vardır ve bu inançlar olumlu ve olumsuz şekilde çift halinde bulunur. Örneğin, Beni herkes sever- beni kimse sevmez, başarılıyım-başarısızım, dünya güvenilir bir yer-dünya tehlikeli bir yer gibi çiftler halinde bulunur. Kişi, ruhsal bozukluk veya bir sıkıntı yaşadığında olumsuz şemalarının, diğer zamanlarda ise olumlu şemalarının aktif olduğu söylenebilir. Otomatik düşünceler, şemalarla işbirliği içinde hareket eder. Örneğin olumsuz bir otomatik düşünce, olumsuz bir şemayı aktifleştirir. Bilişsel terapiler; kişilerin çarpık bilişsel süreçleri ve otomatik düşüncelerinin kanıta dayandırılmak üzere değerlendirilmesi ve çürütülmesi esasına dayanır.
Bilişsel kuram ile davranışçı kuramın birleştirilmesinden oluşan BDT (Bilişsel Davranışçı Terapi) modeli en çok fobiler, kaygı bozuklukları, yeme bozuklukları, bağımlılıklar, depresyon, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, obsesif kompulsif bozukluklar, travma sonrası stres bozukluğu gibi sorunlarda ve kişinin iş, sosyal ve aile yaşamındaki işlevsiz davranışlarında değişiklik oluşturulmasında etkilidir.
Bütüncül psikoterapi, bireyin zihinsel, duygusal ve ruhsal sağlığını iyileştirmek amacıyla insanı bir bütün olarak ele alır ve farklı terapi kuramlarını bir araya getirerek kapsamlı bir terapi şekli sunar.
Bütüncül psikoterapistler, sadece semptomların üzerine gitmek yerine, bireyin geçmiş deneyimlerinden gelen olumsuz etkilerin “nedenlerine” odaklanırlar.
Terapist ile birey arasındaki güçlü ilişki, bireyin içsel kaynaklarını güçlendirir, duygusal ve ruhsal iyileşme sürecini destekleyerek, bireyi yaşamında kalıcı değişiklikler yapmasına teşvik eder.
Bütüncül psikoterapinin sağladığı faydalar çeşitli araştırmalara konu olmuştur ve klinik deneyimlerle desteklenmektedir. Bireyin zihinsel, duygusal, fiziksel ve ruhsal sağlığını ele alarak bütünsel iyileşme sağlaması, kişisel farkındalığı ve büyümeyi teşvik etmesi, duygusal ve ruhsal dengeyi sağlayarak içsel huzuru arttırması, olumlu ilişkilerin gelişimine katkı sağlaması ve kalıcı iyileşme sağlaması açısından oldukça etkilidir.
Sonuç olarak, bütüncül psikoterapi, psikolojik sorunları ele alırken bireyin yaşamındaki tüm boyutları göz önünde bulunduran, birçok psikoterapi tekniğinin entegrasyonu ile görünene değil, derindeki gerçek nedene odaklanan, bilimsel temellere dayalı ve klinik uygulamalarda etkili olduğu kanıtlanmış bir terapi modelidir.
Çözüm Odaklı Terapi, temel olarak bireylerin geçmişteki problemleri analiz etmek yerine, gelecekteki çözümleri keşfetmelerini ve bu çözümler üzerine yoğunlaşmalarını sağlar. Terapi sürecinde danışanlar, halihazırda neyin işe yaradığına ve bu olumlu durumu nasıl genişletebileceklerine odaklanırlar. Bu yaklaşım, kısa süreli ve hedef odaklıdır, genellikle birkaç seans içinde etkili sonuçlar vermesi hedeflenir.
Temel İlkeleri
Pozitif Yönlere Odaklanma: ÇOT, bireylerin güçlü yönlerine ve başarılarına odaklanarak, bu olumlu unsurları artırmayı hedefler.
Hedef Belirleme: Danışanlar, terapinin başında net ve ulaşılabilir hedefler belirlerler. Bu hedefler, terapinin ilerlemesinde yol gösterici olur.
Küçük Adımlar: ÇOT, büyük değişiklikler yerine, küçük ve yönetilebilir adımlar atmayı teşvik eder. Bu, bireylerin ilerlemelerini fark etmelerini ve motive olmalarını sağlar.
Kaynakların Kullanımı: Bireylerin mevcut kaynakları, becerileri ve destek sistemleri, çözüm odaklı terapi sürecinde aktif olarak kullanılır.
İşbirliği ve Ortaklık: Terapi süreci, terapist ve danışan arasında işbirliğine dayalı bir şekilde yürütülür. Danışanların kendi çözümlerini bulmaları teşvik edilir.
Çözüm Odaklı Terapi, bireylerin mevcut kaynaklarını ve güçlü yönlerini kullanarak, olumlu değişiklikler yapmalarını teşvik eden etkili bir terapi yöntemidir. Geleceğe odaklanan, pozitif ve işbirlikçi yaklaşımıyla, bireylerin hedeflerine ulaşmalarına ve daha tatmin edici bir yaşam sürmelerine yardımcı olur. Bu terapi yöntemi, kısa sürede sonuç alınabilmesi ve bireylerin kendi çözümlerini keşfetmeleri açısından özellikle tercih edilmektedir.
Borderline (sınır kişilik) kişilik bozukluğu tanısı almış hastaların tedavisi için 1990’lı yıllarda geliştirilmiş, zamanla başka hastalık ve sorunların tedavisinde de etkili olduğu görülmüştür. Özellikle ergenlerin duygu, düşünce ve davranışları arasındaki çelişkili durumlar, sorunlarla mücadele kapasiteleri, sıkıntıyı tolere edememeleri, yaşıtları ve çevresindeki kişilerle yaşadıkları sorunlar, DDT’nin ergenler üzerinde uygulanmasına vesile oldu ve terapi sonuçlarının olumlu olduğu görüldü.
Türk Dil Kurumu’na göre diyalektik terimi “gerçekliği ve onun çelişmelerini incelemeye yarayan ve bu çelişmeleri aşmayı sağlayan akıl yürütme yöntemidir”. Diyalektiklere yani kişinin içindeki tezatlıklara cevap arayan DDT; iki önemli kavram üzerine inşa edilir: “bilinçli farkındalık” ve “onaylanma”
Özetle Bilişsel Davranış Terapi (BDT) ekolünden gelen DDT, danışanda duygu düzenleme, ilişki problemlerinin aşılması, sorunlarla baş etme becerisinin kazandırılması, kabulü ve bilinçli farkındalığı geliştirme gibi beceri temelli bir terapi tekniğidir.
Duygu Odaklı Terapi, duyguların, insanların düşünceleri, davranışları ve ilişkileri üzerindeki belirleyici etkisini kabul eder ve bu duygusal deneyimleri terapötik sürecin merkezine yerleştirir. Bu terapi yaklaşımı, bireylerin ve çiftlerin, duygusal bağlarını güçlendirerek, daha tatmin edici ve sağlıklı ilişkiler kurmalarına yardımcı olmayı hedefler. Özellikle romantik ilişkilerde ve aile dinamiklerinde duygusal bağların ve yaraların iyileştirilmesinde etkili olan DOT, bireylerin ve ilişkilerin duygusal iyileşmesine ve güçlenmesine odaklanan etkili bir terapi yöntemidir. Duygusal farkındalığı ve ifadeyi teşvik ederek, bireylerin daha sağlıklı ve tatmin edici ilişkiler kurmalarına yardımcı olur. Bu terapi yaklaşımı, empatik anlayışı ve duygusal düzenlemeyi merkezine alarak, bireylerin ve ilişkilerin iyileşmesine katkıda bulunur.
Temel İlkeleri
Değerlendirme ve Anlama: Terapist, bireyin veya çiftin duygusal deneyimlerini ve bu deneyimlerin ilişkiler üzerindeki etkilerini değerlendirir. Bu aşamada, duygusal yaralar ve tekrarlayan duygusal kalıplar belirlenir.
Duygusal Farkındalık ve İfade: Terapist, bireylerin kendi duygusal deneyimlerini tanımalarına ve bu duyguları açıkça ifade etmelerine yardımcı olur. Bu ifade süreci, duygusal bağların yeniden kurulmasını sağlar.
Empatik Anlayış Geliştirme: Terapist, bireylerin ve çiftlerin birbirlerinin duygusal deneyimlerini empatik bir şekilde anlamalarını sağlar. Bu empatik anlayış, duygusal yakınlığı artırır.
Duygusal Düzenleme ve Yeniden Yapılandırma: Terapist, bireylerin duygusal tepkilerini düzenlemelerine ve sağlıklı duygusal ifadeler geliştirmelerine yardımcı olur. Bu aşamada, duygusal kalıplar yeniden yapılandırılır ve sağlıklı iletişim yolları geliştirilir.
İyileşme ve Bağlanma: Terapinin son aşamasında, bireyler veya çiftler, duygusal bağlarını güçlendirir ve ilişkilerinde daha sağlıklı ve tatmin edici bir düzeye ulaşır.
Uygulama Alanları
Duygu Odaklı Terapi, birçok farklı alanda etkili bir şekilde kullanılabilir:
Çift Terapisi: Romantik ilişkilerdeki duygusal bağları güçlendirmek ve çatışmaları çözmek için kullanılır.
Aile Terapisi: Aile üyeleri arasındaki duygusal bağların ve iletişimin iyileştirilmesine yardımcı olur.
Bireysel Terapi: Bireylerin kendi duygusal deneyimlerini anlamaları ve bu duygularla başa çıkmaları için destek sağlar.
Varoluşçu terapi, ölüm, özgürlük, izolasyon, seçim yapmak, sorumluluk almak ve hayatın anlamı gibi insanın varoluşsal kaygılarına odaklanır. Terapistin rolü danışanın sahip olduğu varoluşsal kaygı (ları)yı tespit etmek ve danışanının kendi varoluşunu anlaması, kötü ve iyi ayrımı yapmaksızın kendi gerçekliği ile barışmasını sağlamaya destek olmaktır. Ekolün temsilcisi Irvin Yalom, terapisti yaşam boyunca bir "yol arkadaşı" olarak görür. Kişinin güçlenmesi ve kendine yönelik algısının dönüşmesi için “empati” desteğini kullanmaktadır.
Hümanistik- Varoluşçu terapideki temel ilkeler yönlendirici ve yargılayıcı olmamak, empati kurarak ilerlemek ve danışan merkezli olmak şeklinde sıralanabilir. Kısacası bu terapi yöntemi destekleyici terapi olarak ifade edilebilir. Bu terapi modelinde danışan varoluşu ile birlikte bir bütün olarak ele alınır. Varoluşçu terapiler, kendi varoluşunu sorgulayan, merak eden ve kim olduğunu bulma arayışında olan bireyler için uygundur. Felsefi yaklaşımlardan ve insan doğasının bütüncüllüğünden etkilenen bu terapi modeli insan doğasını pozitif ve kabulcü bir anlayışla ele alması bakımdan çok etkilidir.
Şema Terapi, gelişimsel ve bilişsel psikoterapi modellerinden sentezlenerek geliştirilmiş bir terapi modelidir. Bu yaklaşım, kişinin erken yaşam deneyimlerinin ve yaşam boyu edindiği kalıplaşmış inançların (şemalar), duygusal tepkiler ve davranış kalıplarının terapi sürecinde ele alınmasını ve olumsuz şemaların tespit edilerek değiştirilerek yerine olumlu/işlevsel olanların eklenebilmesi için çalışır.
Şema Terapi, danışanın terapisti ile arasındaki “güven” ve “işbirliği” ne oldukça önem verir. Terapi sürecinde, bireyin iç dünyasını keşfetmek için olumsuz şemalar belirlenir ve bu şemalarla ilişkili duygusal tepkiler ve davranışlar detaylı bir şekilde incelenir. Terapinin ilerleyen aşamalarında, bu olumsuz şemaların değiştirilmesi ve yerine sağlıklı şemaların yerleştirilmesi için çalışılır. Bu yaklaşım, bireyin kalıcı ve derin değişimler yaşamasını, içsel potansiyelini gerçekleştirmesini ve daha memnun bir yaşam sürmesini amaçlar.
Bilimsel araştırmalar, Şema Terapinin çeşitli kişilik bozuklukları, psikolojik bozukluklar, kronik depresyon, anksiyete bozuklukları, ilişki problemleri ve travma sonrası stres bozukluğu gibi sorunlarda etkili olduğunu göstermektedir.
Psikologlar, etik ilkeler doğrultusunda hareket eden ruh sağlığı profesyonelleridir. Bir psikologun terapi sürecinde danışanıyla gerçekleştirdiği sürecin gizliliğini sağlaması en temel etik kuraldır. Terapötik ilişkinin temelini oluşturan güven duygusu, etik prensiplere bağlılıkla oluşabilir. Güven ilişkisi, danışanın kendini rahat ve güvende hissetmesine ve içsel dünyasını paylaşmasına olanak sağlar. Gerçek iyileşme, bu güven ortamında başlar.
Merkezimizde çalışan tüm uzmanlar, bilimsel veriler ışığında hareket eden, mesleki bilgilerini sürekli güncel tutan ve etik ilkelere bağlı çalışan kişilerden oluşmaktadır.
Psikologlar, danışanların gizliliğini korumakla yükümlüdürler; ancak, bazı durumlarda bu gizliliği bozma gerekliliği doğabilir. Bu durumlar genellikle
Acil Durumlar: Danışanın kendisine veya başkalarına ciddi bir zarar verebileceği endişesi varsa, psikologun gizliliği bozması gerekebilir. Bu durumda, psikolog, danışanın güvenliğini sağlamak için gerekli önlemleri alabilir veya uygun yetkililere bilgi verebilir.
Çocuk veya Yaşlı İstismarı veya İhmal Durumları: Psikologlar, çocukların veya yaşlıların istismarı veya ihmaline dair bilgi aldıklarında, bunu ilgili yetkililere bildirmekle yükümlüdürler. Bu tür durumlar, yasalara ve etik kurallara göre raporlanmalı ve müdahale edilmelidir.
Mahkeme Kararları veya Yasal Zorunluluklar: Mahkeme kararı veya yasal bir zorunluluk varsa, psikologlar belirli bilgileri paylaşmak zorunda kalabilirler. Örneğin, mahkeme emriyle bilgi verme talebi olabilir veya yasalara göre suçun önlenmesi veya soruşturulması için bu bilgilere ihtiyaç duyulabilir.
Danışanın Rızası: Bazı durumlarda, danışanın açık rızası durumunda, psikologlar gizliliği bozabilirler
Bu durumların dışında, psikologlar etik ilkeler gereğince danışanlarının gizliliğini korumakla yükümlüdürler. Bu, danışanın güvenini sağlamanın ve terapi sürecinin etkinliğini artırmanın en kritik parçasıdır.
Terapi sürecinde en önemli olgu “güvendir”. Bir psikoloğun sizin için iyi bir psikolog olduğunu anlamak için diplomalar, bildiği terapi modelleri ve diğer teknik faktörlerin yanı sıra ben terapistime güveniyor muyum? Sorusunu kendinize sormanız gerekir. Güven, zamanla oluşan bir duygu olsa da danışan kendi için en iyi olan psikoloğu anlayacaktır. Bu noktada kendinize sormanız gereken ikinci soru, psikoloğum tarafından anlaşıldığımı hissediyor muyum? Olmalıdır.
Terapötik sürecin işlevsel ve etkili olabilmesi için danışanın anlaşıldığını ve yargılanmadan kapsandığını hissetmesi esastır.
İlk seans tanışma seansıdır ve seans esnasında psikoloğunuz sizi tanımaya çalışır. Terapiye neden ihtiyaç duyduğunuzu, daha önce değil de neden şimdi geldiğinizi? Terapi sürecinden beklentinizi ve son olarak terapistinizden beklentinizi doğru şekilde anlamaya çalışır. İlk seansta alınan bilgiler terapistin bu danışan için doğru uzman mıyım? ona nasıl yardımcı olabileceği, ortalama kaç seans sürebileceği gibi konularda kendisinde cevap aradığı bir görüşmedir. Aynı şekilde danışan da uzmanına ilk görüşte güven duyup duyamayacağını, bu terapist tarafından yeterince anlaşılıp anlaşılamayacağını anlamaya çalıştığı bir seanstır.
İlk seans ve sonrasında devam eden birkaç seans “Anemnez” adı verilen danışanın yaşam öyküsünün alındığı görüşmeler şeklinde devam eder. Bu öykünün alınmasının nedeni sizin yaşamınızı daha iyi anlayabilmek ve çarpık zihinsel yapılara neden olan düşünce sistematiğinin ne zaman yapılandığını anlamaya çalışmak içindir. Bu kapsamda, nerede doğduğunuz, kaç kardeş olduğunuz, anne ve babanızın durumları, nerede yaşadığınız gibi temel sorular kişinin sosyal sistemini anlamak içindir. Çünkü insan biyo-psiko-sosyal bir varlıktır. Bahsi geçen durumlar bazı özel koşullarda değişkenlik gösterebilir. Örneğin; intihar vakaları, panik atak durumları, manik dönem gibi akut durumlarda ilk seans yapılanması farklılık gösterir.
Psikologların danışanlarıyla yapıkları görüşmeler sicillerine kaydedilmez. Ancak belirli istisnai ve yasal durumlarda gereken bilgilerin kaydedilmesi veya sicile işlenmesi gerekebilir. Bu tür durumlarla ilgili olarak danışanlar bilgilendirilir ve rıza alınır.
Danışanın can güvenliğinin tehlikeye girmesi, ihmal ve istismar gibi istisnai durumlar dışında psikologlar hiçbir konuyu aileler ile paylaşmazlar.
Psikologlar seans sırasında “Anamnez” denilen ve danışanın yaşam öyküsünü içeren bilgileri not alırlar. Yine bu bilgileri ilerleyen seanslarda yapılandırmak, danışanın teröpatik süreç içerisindeki değişimini takip edebilmek için seans boyunca bazı notlar alabilirler.
İlk seans tanışma seansı dediğimiz bir seanstır ve danışanın genel bilgileri sorulur. Bunu takip eden seanslar yapılandırma seanslarıdır ve danışanı rahatsız eden, ruhsal bütünlüğünü ve sosyal hayata katılımını bozan düşünce yapılarını anlamak için kullanılan ekole göre farklı yaklaşımlarla sorular çok çeşitlilik gösterebilir.
Terapi sürecinin ne kadar süreceği, bir dizi faktöre bağlıdır ve her birey için farklılık gösterebilir. Terapinin süresi, bireyin ihtiyaçlarına, terapiye başlama nedenlerine, terapi hedeflerine ve terapistin tercih ettiği tedavi yöntemlerine göre değişkenlik gösterebilir.
Kısa süreli terapiler, spesifik bir konu veya problemle ilgili hızlı çözüm arayan bireyler için uygundur. Örneğin, stresle başa çıkmak, topluluk önünde konuşma korkusunu yenmek, fobilerden kurtulmak vs. Bu tür terapiler genellikle birkaç hafta veya ay içinde tamamlanabilir.
Uzun süreli terapiler ise, derinlemesine çalışma gerektiren veya daha karmaşık sorunlarla başa çıkmayı hedefleyen bireyler için daha uygundur. Örneğin, depresyon, anksiyete bozukluğu, kişilik bozuklukları veya travma sonrası stres bozukluğu gibi durumlar, uzun süreli terapi gerektirebilir. Bu tür terapiler, birkaç aydan yıllara kadar sürebilir.
Terapi sürecinin başarısı, bireyin terapiye olan katılımı, terapistin uzmanlığı ve terapinin yönteminin doğru belirlenmesi gibi faktörlere bağlıdır. Bireylerin terapötik hedeflerine ulaşmalarını sağlamak için terapistler, bireyin ihtiyaçlarına uygun bir terapi planı oluştururlar ve süreci düzenli olarak değerlendirirler.